Blog
Kaygı Nerede Başlar, Nerede Fazlalaşır?
- Ekim 7, 2025
- Yayınlayan: admin
- Kategori: Adverisement Hobbies izmirykskursları LGS Duyurular LGS Rehberlik Technology Uncategorized YKS Duyurular YKS Rehberlik

Sınav zamanı yaklaştıkça çoğu öğrencinin içinde tanıdık bir his belirir. Kalp biraz daha hızlı atar, eller terler, zihin sürekli “Yapamazsam.” diye fısıldar. Aslında bu hissin adı kaygıdır ve düşündüğümüz kadar kötü bir şey değildir. Çünkü kaygı, insanın performansını artırmak için devreye giren doğal bir savunma mekanizmasıdır. Ancak bu mekanizma bazen o kadar fazla çalışır ki, kişiyi korumak yerine onu zorlamaya başlar. İşte o noktada kaygı, motive edici olmaktan çıkıp engelleyici hale gelir.
Kaygının sınav dönemlerinde ortaya çıkması oldukça normaldir. Buna “Performans kaygısı” denir. Performans kaygısı, kişinin önemli bir durum karşısında en iyi şekilde hazırlık yapmasını sağlayan uyarıcı bir gerginliktir. Kalp atışlarının hızlanması, dikkat seviyesinin artması, beynin daha fazla uyarılması gibi tepkiler aslında vücudun “Hazır ol.” sinyalidir. Biraz adrenalin, biraz da heyecan, öğrencinin dikkati toparlamasına ve enerjisini doğru yere yönlendirmesine yardımcı olur. Yani kaygının bu düzeyi, başarı için gerekli bir yakıttır.
Fakat her şeyde olduğu gibi burada da doz önemlidir. Eğer kaygı giderek artıyor, kişinin düşüncelerini yönetmesini zorlaştırıyor ve çalışma sürecini olumsuz etkiliyorsa artık “Klinik Düzeyde Kaygı”dan söz etmek gerekir. Bu durumda beyin, tehdidi gerçekmiş gibi algılar ve “Kaç ya da Savaş” tepkisi verir. Ancak sınavdan kaçamayacağımız için kişi genellikle donakalır; zihni boşalır, bildiği konular bile aklından uçar. Çalışmak ister ama sürekli bir iç huzursuzluğu, konsantrasyon bozukluğu ve başarısız olma korkusu buna engel olur.
Klinik düzeyde kaygının belirtileri arasında sürekli kalp çarpıntısı, mide bulantısı, titreme, uykusuzluk, baş ağrısı, iştahsızlık ya da tam tersi aşırı yeme, sosyal hayattan uzaklaşma ve en önemlisi “Başaramayacağım.” düşüncesinin tekrarlayıp durması yer alır. Bu belirtiler yalnızca sınav anında değil, sınavdan günler hatta haftalar önce de görülebilir. Böyle bir durumda kaygı artık bir uyarı değil, yaşam kalitesini düşüren bir engel haline gelir.
Performans kaygısı ile klinik düzeyde kaygıyı ayırmanın en basit yolu, şu soruyu kendine sormaktır: “Kaygım beni harekete mi geçiriyor, yoksa durduruyor mu?” Eğer seni çalışmaya, daha planlı olmaya ve dikkatini toplamaya yönlendiriyorsa bu sağlıklı bir kaygıdır. Ama eğer seni yavaşlatıyor, pes etme noktasına getiriyor ve sürekli huzursuz hissettiriyorsa, bu durumda kaygı düzeyi yüksek demektir.
Peki, bu dengeyi nasıl koruyabiliriz? Öncelikle bedenle zihin arasındaki bağlantıyı fark etmek gerekir. Zihin gerginken beden de gergindir; bu nedenle derin nefes egzersizleri, kas gevşetme çalışmaları ve kısa aralıklarla yapılan yürüyüşler kaygıyı önemli ölçüde azaltır. Bunun yanında düşünce biçimini değiştirmek de etkilidir. “Ya yapamazsam.” yerine “Elimden geleni yapıyorum.” demek, beynin tehdit algısını azaltır ve kontrol duygusunu geri kazandırır. Ayrıca gerçekçi hedefler belirlemek, sınavın yaşamın tamamını belirlemediğini kendine hatırlatmak ve gerekirse bir uzmandan destek almak bu süreçte oldukça faydalıdır.
Unutma, kaygı tamamen kötü bir şey değildir. Kaygısız bir insan motive olamaz, aşırı kaygılı bir insan ise kilitlenir. Önemli olan, bu iki uç arasında dengeyi bulabilmektir. Doğru yönetilen kaygı, seni engelleyen değil, seni harekete geçiren bir güçtür.